10 Kasım 2012 Cumartesi

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 33

99 ACVE HURMASI (akik taşlarının) MASALI 33

bir mertebenin daha 33.basamağının  M'âsâl-ı..


Merhaba Sevdiğim ve Merhaba.. bu hafta yazım çok uzun olduğu için her şeyi çook kısa geçeceğim …Çarşamba..yine bir yere gidiyor veya dönüyorsun ki hoş geldin..çook teşekkür ediyorum Sevdiğim..BENİ TERK ETMEMİŞSİN ANLADIMJ.. ve sonra sabah şunları görüyorum.. Sen, mahremin,nane ve ben.. sizin bize iltifatınız,ilginiz var.. galiba bu çocuk biraz kırgın.. başını dahi kaldırıp size bakmıyor.. Sen çok hoş bakıyorsun.. ben yeni yetme bir kız çocuğu gibiyim ve utangaç..Tobacco adlı çok meşhur bir mağazada seçmeler olacakmış??!.. Sen beni oraya kaydettirmişsin ki, bana haber veriyorlar.. katılamam diyemiyorum.. çünkü Senden olduğunu anlıyorum…arkadaşım Semiha: ”neden O’na o kadar yakın oldun ki, o kadar onlara yaklaşmak iyi değildir “diyor sanki.. başımı hiç kaldırmıyor ve susuyorum.. Güler’in bilgisayarı bozulmuş..ve biz yeni bilgisayarlar almışız.. ona  öyle diyor Semiha.


Sevdiğim bu hafta başka bir şey yazmayacağım…eski dostlarımlada görüştüm ve çok güzel geçti.. ve bir sohbet dinledim, onu kaydettim.. işte onun deşifresini beraber okuyacağız.. içinde çok özel detaylar var.. sadece Sana şunu söyleyeceğim.. hani hz Rabia ve hz Geylani Hacca gidiyorlar ve hz Geylani önce varıyor ki hayret ediyor.. soranlara şöyle diyor:" hayretim şundandır.. burada KABE var lakin manası yoktu.. merak edip baktım nerede diye..aa..bir gördüm ki KÂBE’NİN binası sadece var.. MANASI ise hz RAbiA yı karşılamaya gitmiş"..sanırım anlatabildim değil mi Sevdiğim.. böylece o sembole Senin işaret ettiğini aşağıda da teyit edildiğini göreceksin.. ben buna sadece CİLVE-İ RABBANİ diyorum ve Seni hala aynı şekilde Seviyorum ve  öyle Sevdiğim içinde artık hiiç üzülüp utanmıyorum.. çünkü Sen benimle bendesin artık öğrenip biliyor ve hatta bazen minicik yaşıyorumJ ACEP (yine)  ALLAH BANA KULUM DİYEMİ?!diyorum ve bekliyorum..J

ve bir çay sohbetine buyrunuz lütfen..kahvelerimizle beraber okuyoruz..çünkü madden çoook uzun, manen ise çook derin ve yüksekiz..
J

Mahmut Erol Kılıç Hocamızın sohbeti Âlilerinden izniyle..(" Burada okuduklarınız Mahmud Erol Kılıç'ın Üsküdar'da yeni yerine taşınan H yayınlarında; bazı irfan dostları ile yapmıs olduğu çay sohbetinde bendenizin tuttuğu notlardan oluşmaktadır" ..ve tabbii ki, bu ses kaydının bir kısmından derlenip yazılmış  muhabbeti okuyan kişilerin tüm devrik cümlelerimi ve imla hatalarımı da gönül gözleri ile de düzeltmeleri gerekiyor.. önemli olan manadır ve bu masalın okurlarına inen teveccühtür bence..anlarsak eğer J.. )

Buraya yeni açılan bir yayınevinin çay sohbetine geldik.. konferans değil..izin aldınız herkestenJ?!!.belediyeden, emniyet amirliğindenJ?..eskiden böyle izinler olurdu. sözleşmelerin hepsi içeride mi?.. tamam..bunlar latifeydi arkadaşlar.. önce kısa bir giriş yapalım.. sonra soru cevap devam edelim.. arkadaşlar bu miras manevi bir miras..adına tasavvuf dediğimiz bir yoğurt yiyiş tarzı ki, bu bir tarzdır.. fakat şunu unutmamalıdır ki; hiçbir düşünce hiçbir din  geldiği hali ile bırakılmamıştır..yanii her din, o dinin esaslarını yeryüzüne indiren bir paratoner aracılığı ile iner.. ona nebi deriz.. yeryüzüne o nebi ağzından konuşularak, o dinin yeryüzü hayatı başlar.. fakat o yeryüzü hayatında, o nebiden sonra: nebinin vaaz etmiş, aktarmış olduğu o dini mesajı iyice anlamış, idrak etmiş ve bittecrübe o esasları kendi hayatında yaşamış kimseler vardır ki; bunlara arifler ,alimler gibi adlar verilmiş…bu kimselerin tefsirinden, yorumundan, açıklamalarından, yaymalarından olayı bilebiliriz gibi… değişik adlarda kullanabiliriz.. çünkü nebiye inen özdür.. o özü, nebi, kendi hayatı ne kadarsa; 3 ,5,20,30 yıl  içerisinde beşerle ve dünya hayatı ile muhatap olduğu olaylar karşısında onları açıklamak suretiyle açıklamıştır.. amma..her olayı ,her meseleyi de açıklayıp gitmemiştir.. ana prensipleri vaaz etmiştir.. ve demiştir ki:” esaslar bu. bundan sonra karşılaşacağınız her türlü vâkâ ve hadisede buna göre siz yorumunuzu kendiniz yapınız demiştir.. bundan dolayı nebiye inen mesaj vahiydir..


“her ne kadar  ne arıyorsanız, yaş ve kuru bunda bulursunuz” ayeti ile teyit ediliyorsa da aslında mücmelen yani toplu bir bilgi, toplu prensiplerdir.. çünkü biliyoruz ki biz; tarihte, kendisine bir sahife dahi  indirilmiş peygambere de aynı şeyi söylerdi.. eğer sadece düz bir mantıkla anlayacak olursak: ”bir sayfada yaş ve kuru nasıl olabilir ki?”.. burada ana prensipler var.. burada indirilen bir  şeker var ve çayın içine atıyorsunuz, karıştırıyorsunuz ,artık şeker gözükmüyor.. ama tadarsanız diyorsunuz ki bu çay şekerli, bu çayın şekeri var.. binaenaleyh nebinin getirdiği bir tür aşıdır.. aşıyı, iğneyi vurulanlar hapı yutarlarJJJ.. o aşıyı vurduktan sonra siz artık onun gibi olmaya çalıyorsunuz ister istemez.. çünkü O tenezzülen indi.. ne indi? O ayrı bir konu..ete kemiğe bürünen kimdi?. Yunus dilinden konuşan kimdi?.. Abdullah oğlu Muhammed (sav) ,Amine’den doğma adı ile vücud bulmuş hakikat ne idi?


ve ondan sadır olmuş bu sözler hayatla ilgiliydi. fiziki konularla da ilgili şeyler söyledi, nakletti.. efendimm..ancak manevi konulara dair de bazı bilgiler bıraktı gitti.. tabii manevi –metafizik konular anlaması ,idrak etmesi, hazmetmesi ve ondan sonra bir başkasına nakletmesi zahiri konular kadar kolay olmadığı için: zahiri konuları nakletmek daha kolay iken, manevi konuları kulaktan kulağa nakletmek daha zordur.. eğer bu, nakledilen kişide o bilginin karşılığı yoksa, yolda buharlaşmak suretiyle o bilgiler buharlaştı gittiJ..

 peygamberin mesajı elimizde mevcud..içimizden bazıları şunu diyebilir mesela:” bu sizin vahdeti vücuttu, tasavvuftu, şudur ,budur dediğiniz konular olsaydı eğer, peygamber bunları söylerdi.. peygamber bunları söylemedi.. ne söyledi?. “ben tirit kebabını çok severim” dedi.. bak bu kayıtlarda var mesela.. peygamberimizin ayakkabı numarasını dahi biliyoruz.. çok güzel.. neden? arkadaşlar.. bu  bilgiler nakledilmesi kolay ve hadis kitaplarında da yer alması çok doğaldır, tabiidir…. amma.. peygamberimizin bize naklettiği bazı yüce ve büyük sözler de var ki ;bu sözler anâne-kulaktan kulağa yolda geçerken kayboldu.. çünkü aktardığımız kişi  onu anlamamış olabiliyor.. binaenaleyh bugün sadece hadislerde var olan bilgilerle biz peygamber efendimizin bütün fotoğrafını elde edemeyiz.. bunu böyle iddia eden bazı gruplar vardır.. yani hadislerin tamamı elimizdedir ve  hadislerin tamamı elimizdeyse peygamberimizin tüm söyledikleri de elimizdedir..


biz biliyoruz ki imam Buhari Kur’an-ı Kerim’den sonra en kuvvetli olan sahih hadislerin yazarıdır.. İmam Buhari 100.000 hadis toplayabildi ve onların içinden ayıklaya ayıklaya 3000 hadise indirdi ve bunlarla sahih-doğru  Buhari hadisi meydana getirdi.. 97.000 hadis ne oldu? .. O dedi ki:”97.000 hadis sahteydi, yalandı, uydurmaydı diyemem.. benim kriterlerime uymadığı için ben onları almadım.. ola ki bunların içinde de güzel, sahih sözler olmuş olabilir”.. bu durumda biz peygamberimizden bize kalan bu mirası; bu şekilde sadece yatay değil, birde manevi dikey olarak ta bu bilgiyi alarak, hz peygamberimizin varisi olmamız mümkündür.. ve arifler dediğimiz kervan bu şekilde peygamberimizin getirdiği mesajı kendi hayatlarında tatbik ederek, hakikati muhammediyi izhar  etmek suretiyle sahâbi olmuşlardır.. yanii. peygamberi görene sahâbî deniyor değil mi?. ama deniyor mu orada:” peygamberi gören zahiren, fiziki görünce sadece sahabi olunur?”.. hayır!!.. mânâsında da gören var.. peygamberle irtibatta olmak mümkün.. salavatı şerife getirmek mümkün.. peygamberin  koruması altında çalışan Allah dostları da bu dinin açıklanması, tefsiri, yorumu hakkında kıyamete değin bu yolda çalışmaya devam etmişlerdir ve devam etmektedirler..


işte bizim Tasavvuf  geleneği dediğimiz İslam Tefsir Okulu aslında şuan için İslamın yegane düşünce okuludur.. diğer okullar belki, daha çok İslamın ameli, fıkhi açıklamalarını esas alırlarken, İslamın düşüncesine yönelik tasavvuf okulları da “Allah nedir?.. nereden geldik nereye gidiyoruz? u sorar... mesela fıkıhta bu soruların karşılığını bulamazsınız.. insan kimdir?. sen kimsin?. seni kim yarattı?. Yaratanınla senin irtibatın nedir?.. yaratıp seni bir kenara attı mı?.. yoksa her an onunla bir iştemisin?. her an O’nunla sen bir işteysen o iş ne iştirJ?..ne işler çeviriyorsunJ?!.. alemde ne oluyor, ne bitiyor?..vesair. bu tür soruların cevaplarının hiç birini biz ne hadis ,ne de fıkıh ilminden alamayız.. hadis ve fıkıh ilmine de zulmetmemek lazımdır.. her ilmin kendi kapasitesi oranında ondan istifade etmek lazımdır.. onlar bize döküman sağlayan sahalardır..siyer, hadis  bize belge temin eden arkadaşlardır.. belgeye ihtiyacımız var.. belgesiz olmaz.. ama belgelerin yorumuna da ihtiyaç vardır..


önümüze bir döküman geldi:” islam beş şey üzerine bina edülmüştür” sahih hadisini okuyorum şimdi size.. efendim.. islamın 5 şartı sayılıyor orada.. peki bu 5 direk,5 şart nedir?..bunları kim bize açıklayacak veya bunları açmamızın önünde bir engel var mı?.. veya bunları aç  diyemez miyiz?. namaz ne demek?.. oruç ne demek? hac ne demek? zekat ne demek? bunları ben araştırmayacak mıyım?..ilâhir bütün bunları topladığımız zaman, islam tasavvuf mektebi ekolü tarihi süreci içinden- başlangıcından  günümüze gelinceye kadar, islamın bu manevi mirasını-yönünü(islamın bu yönünü bir alternatif olarak sunmuyorum dikkat edin!)..arkadaşlar.. bütün bu zahir olandan- maddi olan- açığa çıkan her şey, içeride olanın dışarı vurmasıdır..

 içeriye hakim olan dışarıya da hakim olur. ama sadece dışarıyı bilen içeriye hakim olamaz.. onun için içeriyi sağlam  tutmak çok önemlidir.. her zaman için, iç güven çok önemlidirJ..iç güvenliği sağlama aldıktan sonra dış güvenlik gelir.. bir dinin içi, o dinin esaslarıdır.. Peygamberimizin hayatına da baktığımız zaman;  ilk dönemlerinde çok tasavvufi bir hayat yaşadığını, çok tasavvufi bir yaklaşım tarzı ile hareket ettiğini söyleyemeyiz.. malumaliniz o esnasında tasavvuf ilmi diye bir ilim dalı da o saatte yok.. tasavvuf kelimesi de zaten çok da önemli bir kelime değil arkadaşlar.. Muhiddin İbnül Arabi tasavvuf kelimesini çok kullanmaz mesela.. tasavvuf ehli EHLİ MÂNA dır. manayı esas aldıkları için isimlendirme ikinci derecedir.


günümüzde her şey ters oldu..mesela günümüzde kelimeler çok öne çıktı.. onun içini doldurmak ihmal edildi. .çok özür diliyorum.. önüne gelen “ben sufiyim” demeye başladı günümüzde.. çok güzel bir şey de, içini ne zaman dolduracağız
J?!.. sufilik acaba bir modamı diye de, zaman zaman beni rahatsız etmeye başlıyor.. eskiler bunun içini doldururlardı ve hiçbir zaman ben sufiyim demezlerdi. etiketler çok taşımazlardı.. biz şimdi çok etiket taşıyoruz.. nerdeyse pankart açıyoruz böyle, yürüyüş yapacağız Taksim meydanında “BEN SUFİYİM” falan diyeJ.ama bazı İslam dünyasının bazı bölgelerinde bunlarda var.. bendeniz şahit oldum Kahire’de yaşarken, 25 sene evvel..malumaliniz İslam dünyasının bazı bölgelerinde tasavvufi faaliyetler  yasak değildir, meşrudur.. dolayısı ile böyle ofisler vardır.. işte tarikatı kadiriye merkeziJ..orası halvetiyenin bürosuJ..Muharrem ayında Derrâse denilen bir bölgeleri var..orada tüm tarikat mensupları yürüyüş yaparlar.. her tarikat mensubunun önünde pankartları vardır.. bakarsın böyle:”aaa!! Kadiriler geçiyor.. (alkışlarsınJ).. ardından.. aaa!! nakşiler geçiyor(alkışlarsınJ)..sonra çadırları kurulur..her bir çadırda bir sancak ve afişleri vardır.. bunlar güzel folklorik  özelliklerdir.. bazılarında broşürlerde vardırJ..


soru: ..  büro ?..
hoca: şimdi şöyle büroya karşı değilim.. siz burada kitap basıyorsunuz değil mi?. bu yayınevinin de muhasebesi, kağıdı, kalemi, defteri var.. yani bu bir ticari müssese..yani bu büroya ihtiyacınız var.. orada da  diyelim ki siz bir şeyh efendiyseniz bin tane, on bin tane, yüz bin tane müridiniz var..müridlerin adları var…var.. birde mana dersleri var.. kaç bin tane.. şeyh nasıl aklında tutsun hepsini yaniJ.. bir müridi çıkıyor karşınıza “efendim ben size altı ay evvel bir manamı anlatmıştım,6 aydır cevap bekliyorum halen cevaplamadınJ.ben ne zaman dersimi geçeceğimJ?!”  diyor.. bunu bir kişi söylese hadi neyse.. yani şeyhlerin işi çok zor arkadaşlar.. şeyh dostlarım var benim.. hepsine derim ki ”Allah yardımcınız olsun” yanii..bizimkisi hariçten gazel okumaktır.. mesela benim işim çok kolaydır.. sadece konuşurum.. şeyhlik çok ağırdır, zordur.. Allah hepsinden razı olsun.. kim nasıl hangi yolda hizmet ediyorsa, herkese bir görev tayin edilmiş…ama belirli bir yeküne, belirli bir sayıya ulaştığında tasavvufi  sistemde de bunun tekkesi olur.. o tekkenin teşrifatçısı yani protokol amiri olur.. bu teşkilatı tekkenin diyelim ki çaycısı, orada bir zikir varsa bu zikrin görevlisi(diyelim ki o zikre sağdan mı girilir, soldan girilir yol yordam öğreten, kontrol edeni)olur.. ..ama esas olan ruh ,mana ve düşüncedir.. ortada ruh yokken, sadece vazifeliler varsa”..efendim ben falanca tekkenin çavuşuyum, çaycıbaşıyım, serzakiranıyım”.. ama ortada tasavvuf yok diyelim.. bol bol bu etiketler  kalmış.. işte şeyh var, halife var, dede var, o var ,bu var.. burada bir problem meydana gelmeye başlıyor..

biliyoruz ki her şeyden önce RUH vardır ve sonra O RUH  bir bedene intikal etti..yani üfleneceği bir bedene ihtiyaç var..O RUH  üflenileceği bir beden ister.. 

lakin ikincil merhalededir beden görüldüğü gibi.. yani ortada bir beden var ve ruh  yoksa, o beden hayatıyetini sürdüremez.. bu dinler tarihinde de düşünceler tarihinde de böyledir.. ve bir zaman sonra nasıl beden ölür  ruh devam ederse, bedende bazı şeyler değişebilir.. yani müesseslerde bazı değişiklikler olabilmektedir.. yani islam tasavvufunda da zaman içerisinde şekli değişiklikler olabilir..efendimm. X tarikatı yerine B tarikatı öne geçebilir..malumaliniz bir şeyh efendi, mesela ilk dönemlerde, tasavvuf tarihine baktığımız zaman, tarikat adlarından ziyade Kamilin kendisi daha merkezi yerdeydi..yanii falanca zattan bahsediliyor bizim eski kitaplarımızda.. o zatın hangi yoldan olduğu ikinci ,üçüncü derecede öneme haiz.. bir İnsan-ı Kamil şurada deniliyor.. sonra deniliyor ki:” şunlardan veya bunlardan”..yanii.. insan-ı Kamil olması esas alınıyor.. o İnsan-ı Kamil nakşimi, bektaşimi, Melamimi olduğu daha sonra geliyor.. “hangi bahçenin gülü?.. iyi yetişmiş belli ki, Allah mübarek etsin o bahçeye deniliyor”..

fakat zaman içinde ruh kaybolmaya başlayınca, aynı markalaşmada da olduğu gibi, isim daha çok önem arz etmeye başlıyor.. işte biz nakşiyiz.. biz kadiriyiz.. bizden olsun çamurdan olsunJ kavramları maalesef her müesseseyi ifsah ettiği gibi, tasavvufi yapılarda da bir tür problem oluşturmaya başlıyor.. burada, tabii tasavvufun özellikle arkadaşlar ,melamet neşvesini iyi anlamak gerekiyor.. nedir o ana hatlarıyla.. hangi yolu izlerseniz izleyiniz, hangi pirin elini tutmuşsanız tutunuz, hangi tarikin mensubu olursanız olunuz, esas olan bir şey var onu unutmayınız.. oda, oraya geliş, giriş gayen senin: "MEN AREF DERSLERİ GÖRÜP, ORADAN BU SINIRLI DÜNYA HAYATINI TAMAMLAYIP, GÖÇMEDEN EVVEL RABBİNİ TANIMANDIR”..

Rabbini tanımadan  gitme bu dünyadan aman gözünü seveyim
J..hiç olmazsa biraz bir şeylerin olsun yani.. dokunamazsan bile bir sesini işit.. bir sesini işitemezsen bile bir hafif seher yeli değsin yüzüne.. sevgiliden bir nesim, bir damla, bir ufak göz kırpmayı gör.. ondan sonra “ben artık ölebilirim” deJ..


yeryüzünün gayesi bu .bunu elde etmeye geldi insanoğlu.. bunu elde etmek içinde Allah dostları birer aracı oldu.. Allah dostları aracı olup bize O’nu tattırıp hissettirebiliyorlarsa vazifelerini ifa ederler.. amma burada belki aykırı bir şey söyleyeceğim.. tasavvuf bile olsa eğer, engellerden bir engel, perdelerden bir perde de o koyuyorsa “ALLAH’LA SENİN ARANA”… seni oraya götürmesi gerekir iken, başka yerlere çekiyorsa… adı tasavvuf bile olsa.. adı onun falanca tarikat bile olsa.. o maalesef bir omurga kayması yaşamış bir yapıdır.. belki başlangıcında güzelliklerle inşâ edilmişti ama tarihi süreç içerisinde bozulmuştu.. çünkü arkadaşlar yeryüzü tarihi kurallarından bir tanesi her şeyin ifsad etmesidir.. burada her şey bozulmaya açık, bozulmaya meyyal bir mahiyette yaratılmıştır.. bunu bozulmadan, ilk saf hali ile muhafaza edebilmek gerçekten büyük bir çaba ,büyüük uzun soluklu bir kavga, bir mücadele, bir cihat istemekte.. yani elde ettiğiniz maneviyatı uzun süreli sürdürebilme.. bayrağı yere düşürmeden son nefese kadar götürebilmek.. bu nedenle burada her şey bozulmaya açık.. neden bundan tasavvuf etkilenmesin ki.. her şeyi olduğu gibi, tasavvufi yapılardan bazıları(hepsi için demiyoruz)problemler yaşamış olabilirler.. diğerleri de yaşamadı mı?.. her branş yaşadı.. mesela fıkıh branşında sahtekar  bir şeyhülislam, sahtekar bir müftü..rüşvet alarak filancaya yer tahsis ettiren geçmişte müftüler ,kazaskerler gelmedi mi? geldii.. o zaman ne yaptık biz fıkıh ilmini iptal mi ettik?. etmedik.. işte bazı branşlarda niyet kaymaları olabilmekte..


amma.. umumen baktığımızda bize hz Muhammed Mustafa (sav) penceresinden gözüken HÂKKI TEMAŞA ettirecek, zevk ettirecek, bize:” şah damarınızdan daha yakınım” ayetinin sırrını gösterebilecek… bize:” ben sizi yarattım ama size kendi ruhumdan üfledim” ayetinin sırrını bizde  açığa çıkartacak ve” BEN SİZDEYİM, GÖRMEZMİSİNİZ” AYETİNİN SIRRINI BİZDE TADDIRACAK.. el evveli beniim.. el ahiri beniim.. el batıni beniim.. ez zahiri benim  ayetinin (bu ayette batın tamam, O içeride zaten.. ama birde “ez zahir dışardaki de Benim”diyor ..ben demiyorum haaa..O diyorJ..ezzahirü ALLAH.. bunun sırrını bizde tattıracak meşreb var ise, gene potansiyel olarak tasavvuf denilen bu muhakkiklerin ilmindedir.. lakin bu ilim son yüzyılda bazı niyet kaymaları ve bazı dış müdahelelerle özellikle ülkemizin uzun yıllar; yani 10 yıl, 20 yıl demiyorum.. çünkü bir geleneğin tesisi en az 7 kuşakla oturur. yani bu dükkanın sahiplerinin eğer babası kitapçıysa: dedesi ,dedesinin dedesi ve dedesi de kitapçısıysa…bu bir gelenekse.. eğer 100 senedir ,200 senedir devam edip babadan oğula geçiyorsa gelenektir..bir geleneğin oturabilmesi için: bizim Selçuklu Osmanlı çizgimizdeki hakim tok, din ,siyaset, yaşam anlayışımızı zevkimizi, medresemizi, günlük hayatımızı, çarşımızı, pazarımızı, alışverişlerimizi evliliklerimizi, ilişkilerimizi renklendiren, tevsif eden, boyayan islam anlayışı (bunu iddââlı olarak görebilirsiniz..evvet bilimsel konuşuyorum) tartışmasız, gerek Selçukide gerek Osmanlıda Tasavvufi İslamdı..

umumen..binaenaleyh.. bu gelenek bizi siyaseten de 3 kıtaysa,7 kıtaysa,5 kıtaysa.. o kıtalarda fiziki varlıklarla bulunmak sadece ve sadece kaba kuvvetle olmaz arkadaşlar.. bu güçlerin arkasında sizin manevi gücünüz yoksa –batıni güçle zahiri güç bir araya gelmezse ..hatta ve hatta manevi gücün arkasında zahiren bir insanın pazusu ne kadar güçlü olursa olsun, o pazunun içerisinde kanı pompalayan damarlar çalışmazsa, o pazu ne yapsın?!.. demek ki bir pazu lazım ama pazunun içinde iyi çalışan kan damarları lazım.. işte bizim zahiri var oluşumuz; bunu siyaset, tarih, estetik, sanat, mimari olarak söylüyorum.. var oluş kimliğimizin arkasında  “evet islam dini çok önemlidir” gibi şeyler duyarsınız.. ben bunu bir adım daha ileri götürüyorum.. din tabii ki önemlidir.. ama ben bu dinin tefsirinin daha önemli olduğu kanaatindeyim ..oda, dinin en önemli tefsir ekolü olan tasavvuftur.. yani ben tasavvuf dediğim zaman bazı arkadaşlar şöyle diyorlar bana: “ya hocam.. tasavvuf tasavvuf diyorsun.. birazda islamı anlatsanaJ..” bu bir sekülerizm işte..bu bir parçalanmışlıktır işte..


vahdeti vücudda parçalanma yoktur.. o birliği bir kurabilse,  iç dış gibidir.. dış iç gibidir.. içten  dışa bir yol vardır.. dıştan da içeriye doğru çıkış vardır.. ben 20. yy da konuşuyorum.. Asrı Saadette konuşmuyorum. O imkanı yitirdim. Peygamberimizin huzurunda olsaydık İslam denildiğinde her şey mana olarak bizim bugün kastettiğimiz şeyleri ihtiva ederdi zaten.. ve O’nun İslam demesine, başka bir şeye ihtiyaç yoktu.. ama günümüzde öyle değil ve öyle olamıyor.. günümüzde bendeniz çok seyahat ediyorum görevim gereği.. İslam Dünyasını dolaşmakla  meşgulüz.. müslümanım desen böyle bakılıyor yüzüne.. hangi tür Müslümansın?… hadi anlatıyorsun..Türkiye’denim..sünnimisin şiiimisin?. sünniyiiim desem Sünnilik bugün yurt dışında bazı yerlerde vahabilikle  özdeşti arkadaşlar.. sen vahabimisin? diyorlar.. yok abi valla billa   vahabi değilizJ..yani her şeyi iki defa izah etmeden anlaşılmıyor.. Asrı Saadette böyle değil.. ENE MÜSLİM dediği zaman tematik olarak o kelime her şeyi ihtiva ediyordu.. tasavvufi manaları da ihtiva ediyordu.. lakin bu kaydı.. bu gitti ..ek kelimelere ihtiyaç duyuyoruz.. müslümanım ammaaa ….(boş yerleri doldurarak ilerliyoruzJ) ..sünniyim amma….. aleviyim ama o bildiğiniz alevilerden değil.. ehlibeyt muhabbetindeyim şu .. ama öyle değil.. bu ama .. böyle değil.. diye bir tarif yapmak zorundasınız..



tasavvuf branşı günümüzde   hem dış, hem iç şartları icabı son yüz yıllık bir süreç içerisinde biraz problemli bir süreç yaşadı ise de, iç şartlar bazı tefessüf edişlerdi.. dış şartlar, bazı dış güçlerin:” bunların biletini kesin” emrini vermiş olmasındandır.. ve bunlar hepsi dış şartların emriyle yapıldı arkadaşlar.. iç irade ile yapılmadı.. kapatın bunların tekkelerini.. çünkü ben geleceğim.. çünkü bu bir pazar.. ben burada ticaret yapacaksam, burada mal satacaksam, benden daha kaliteli bir şirket de bu piyasada varsa, o şirketin bu piyasadan çekilmesi lazım ki ben localarımla ama Londra’ya bağlı ama Paris’e bağlı localarımlaJ geleyim.. daha rahat çalışmalar yapayım.. o zaman yerli maneviyat ocaklarının bir şekilde defterinin dürülmesi lazım..

bilmiyorlar ki sed olunmakla tekâya diye bizde şiirlerde vardır.. bu yolda, gördüğünüz gibi, bir pasajın avlusunda oturularak sohbette edilebilir.. hadi gidin buradan  deseler, gider şurada bir kahvede de sohbet ederiz.. öyle fotoğraflar var ki arkadaşlar.. sarıklı cübbeli bir tekke şeyh efendisi, İzmir Kestane Pazarı  Cami karşısında bir kahvenin önünde hepsi kasketli, fötür şapkalı  adamlarla-dervişleriyle çay içiyorlar.. şartlar öyle icab etmiş, öyle olmuş .. dıştan bakıyorsunuz çay içiyorlarJ. ama orada fotoğrafta bulunan yaşlı zatlar çoğu hakka göçtü.. dediler ki “biz orada zikir yapıyorduk”J..veya kendi işimizi görüyorduk.. bir şeyh efendi talimat veriyor: ”hepiniz Beyoğlu’ndaki  Elhamra sinemasına üst kat locasına bilet alıp gelin…arkadaşlar sinema localarında zikir yapıldı.. ne dönemlerden geçildi.. neden? bir yere gidiyorsun peşinden başka birileri takip ediyor.. randevu yeri olarak ta sinema locası kalıyor tabiiJ.. netice olarak bunlar gelip geçici arızi durumlar..

HÂK HER ZAMAN İÇİN ÜSTÜNDÜR.. O’NUN ÜSTÜNE ÇIKILAMAZ..O’NUN ÜSTÜNE BAŞKA BİR ŞEY  ÇIKILAMAZ..

siz eğer ya Hâk diyorsanız üstünsünüz.. arızi olarak bazı cızırtılar olur ve gelip geçer.. lakin bir yerden  sonrada, tasavvufun çayın içine atılan bir şeker olduğunu söylemiştik.. çayın içindeki  şeker artık nasıl ki gözükmüyor ve çayın içinde varlığını sürdürüyorsa.. tasavvufunda artık; bir insanın yürüyüşünde ,oturuşunda ,kalkışında, siyaset yapışında, edebiyat yapışında, sanat yapışında, din belki anlatışında-yapışında yani  HAYATINDAN O’NUN ESERİNİN GÖRÜLMESİ GEREKİR.. günümüzde çok tasavvuf konuşuluyor olması  iyi bir şey.. lakin artık bunun boğazdan içeri geçirilmesi gerek.. belki de çok fazla konuşulmaması ama yaşanması lazım.. yaşanması içinde bazı dostlar, benim tekkem yokk..kimisinin var.. kimisinin yok.. bunlar hepsi bahane arkadaşlar.. bütün yeryüzü senin tekken olabilir ..bu biraz ilkokul öğrencilerinin “hocam elektrikler kesildi dersimi çalışamadım” gibi bir bahanesidir.. mekanlar ikincildir.. mekanları ihya edelim.. bazı güzel gayretlerde var şükür.. olmalı ama şerefül mekan bir şerefül mekiin..o şeref insandan dır..o mekanlar bir zamanlar içlerinden güzel insanlar yaşadığı  için vardı.. ama gittiler.. şimdi o mekanların içini dolduracak adam bulmalıyız ki mekan ardından gelsin.. her zaman için tecelli içeriden dışarıya doğru veya yukarıdan aşağıya doğru veya batından zahire doğru-RUH dan CESED e doğrudur.. bizim ruhu inşa etmemiz gerekiyor..


bir dinleyicinin sorusu :AMÂ ile AHADİYET aynı şey midir?
Hoca: bendeniz size bir şey açıklayacağım ama bendeniz  o makamı yaşadım da o makamdan size anlatacağım değil. ama inşallah bir gün yaşarım.. bir rivayete göre İmam Muhammed veya Ebu Hanife’nin kıssasıdır.. önemli olan mana zaten.. anlatıyor derslerinde fıkıhta  abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır.. ne zaman zekat bahsine geliyor  diyor ki “ben zekat dersini size anlatamam ..çünkü ben şuan ne zekat veriyorum ,öyle bir gücüm yok.. nede ben aşırı fakirim, zekatta almıyorum..dolayısıyle kendim buna mevzuyu olamadım.. o yüzden burayı atlayacağım”.. yıllar sonra biraz  mal varlığı yerine gelmiş  ve zekat vermeye başlamış.. o zaman demiş ki :”arkadaşlar gelin  size zekat dersi anlatacağım.” Tasavvufta ise aynı şeyi sormak lazım arkadaşlar.. şimdi gel bakiim.. ben sana ahâdiyetten bahsedeyimJJJ..

böyle olmaz tasavvuf.. yani vahidiyet şöyle olur, böyledir, dün oradaydımJJ..bu böyle bir şey değildir arkadaşlar.. böyle bir şeyde olamaz tasavvufta.. haa inşallah körle yatan şaşı kalkar biz bunlarla yatıp kalkıyoruz.. belki eşantiyondan ,aradan, böyle yaramaz haylaz çocuklar stadyumlara biletsiz ,kaçak girerler ya ..işte bende küçükken öyle haylaz bir çocuktum.. mesela Muhiddin Arabi hz şöyle bacağı açılsa, ben aradan içeri kaçmak için bir şey arıyorum.. yoksa bizde bir şey yok.. başta  Cenabı Muhiddin, ardından Sadreddin.. ardından o mektepten gelen insanlar..  en son Ahmed Avni Konuk ( 4 ciltlik Füsus şerhi mukaddimesi.. 100 küsur sahifelik dibacesinde bu mektebin adına, meratibül vücud -varlık mertebeleri denileni, kademe kademe açıklamışlar..)

bu konular özellikle vücud mertebelerinin  ilk  3 ü.. yukarıdan aşağı ilk 3 ..aşağıdan yukarı baktığımızda da 4 den sonraki 3 ..bunlara la taayyün paketi deniliyor.. tamamı ,toptan.. bir rivayette bunların 3’ü birden sır olarak tarif edildiği yerler var .vela yükal, söze gelmez alanlar deniliyor.. aşağı 4 anlatılıyor.. ama bu ilk 3 ‘e gelindiği zaman bunlar zevki konulardır…oraya geldiğin zaman sana açılırJ..bilmiyorum doğrumu söyledimJ..bunu da ben söylemiyorum haaa..ben iyi bir hırsızımJ.. siz arapça bilmiyorsunuz.. ben biliyorumJ..siz Osmanlıca bilmiyorsunuz ..ben biliyorum.. siz farsça bilmiyorsunuz ben biliyorumJ.çünkü akademisyenim benJ..profesörüm benJJJ..ve ilave bazı diller biliyorum.. bunların hepsi bana iyi bir  hırsızlık imkanı sağlıyor.. ben bunları alıyorum, oradan size naklediyorum.. ama çaldımsa miri malı çaldım diyor Şeyh Galib..
soruyu soran dinleyici: ”ama siz bunları yaşıyorsunuz
J..yoksa böyle anlatamazdınız..
hoca: benim en büyük duam şudur..Allahım.. Sen beni insanların zannettiği gibi eyle”
J..başka soru sormak isteyen var mı?..

çocuk: iyisiniz inşallah hocam.. önce sizi tektaşa bekliyoruzJ..
hoca:J inşallah.. sizi gördük daha iyi olduk.. tektaşa selam olsunJ..bendeniz malum beş yıldır  vazifem gereği yurt dışında yaşıyorum.. ancak ayda bir, arada bir İstanbul’a geliyorum.. devlet memuruyumJ..öyle erenler  biletimizi kestiler.. İslam Dünyasının 52  ülkesini gezmekle ama bu Endonezya olabiliyor, Dubai olabiliyor, bu Burkina Faso olabiliyor.. bu bir bardak suyun zor bulunduğu yerler olabiliyor, bir bardak suyun altın testilerde içildiği yerler olabiliyor..7 yıldızlı yerler olabiliyor, yıldız bulasın ki yıldızlayasın diyeceğin yerler olabiliyorJ…tecelli muhtelif.. ama gez bakalım şu diyarı İslamı dediler.. diyarı İslamı gezmekle meşgulümJ.. vazife yapıyorum tabii ki.. ama argo tabirle çoluk çocuğun rızkını kazanıyoruz, ekmek parası için çalışıyoruz.. ondan dolayı  tektaşa geldik, gelmedik değil.. gönlümüzde.. selam olsun dostlara ama bizi de mazur görünJ..her yere yetişemiyorum..


çocuk: bir sorumuz var diyelim.. ve manen de size sorulması istenmiş olsunJ… sembolik bir şey.. bir üçgen taşımız var.. esasında latif tabii.. giderek katılaşıyor.. Eski Mısırda benzerine benben taşı da deniyormuş.. cevabınızı sembolle de verebilirsinizJ
hoca: bir dakka!! J..aziz kardeşim.biz tamamen yerli malı et kullanıyoruz J. mallarımız ithal değil,%100 yerli.. diğer sembolik çalışmalara bilvesile arada bir bakıyoruz.. efendim.. şunlarda şuna şu denirmiş.. buna bu denirmiş.. bazen o sırlar kaymış.. onlarda farkında değiller.. üçgeni almışlar önce dik yapmışlar, sonra tepetaklak yapmışlar.. bundan 6 gen yapmışlar ve o rakamlarla  bir yerlere varmayı elde ediyorlar.. abra kadabra deyip duruyorlarJ.. oysa  o kelimeler iptal oldu belediye tarafındanJJJ haberleri yokJ..onun yerine  yeni pasolar verildi J ..onlarla biniliyor artık otobüslere.. ee..ama arkadaşların haberi yokJ.. binaenaleyh bizim anlatabileceğimiz, bilebileceğimiz şeyler tamamen bizim kitaplarımızda yer alan sembolizmalar.. yani üçgen sembolizmi zaman zaman müselles olarak yer alır bizde..

çocuk: bunu bir hüviyet-nüfus kağıdı olarak düşünürseniz ne söyleyebilirsiniz? Üstünde gören gözümüzde var.. yada taş sembolizmi(Bektaşilikte var)-cemadat da olabilir?.henüz bilmiyorum.. sizin bana söyleyecekleriniz benim için önemli..

hoca: üçgen sembolü bizim ilk üç mertebemizdir.. ilk üçü birden daire-i uluhiyet içerisinde yer alan, az evvel hanımefendiye de cevap verirken söylemeye çalıştığımız  LA TAAYYÜN,TAAYYÜNÜ EVVEL ve TAAYYÜNÜ SANİ dir.. ..bu üçünü bir üçgen şeklinde alabilirsiniz.. ondan sonra 4 gen gelir zaten.. içinizde matematik profesörleri var ,kitapları var.. onların sahalarına girmiş olmayalım buralarda.. lakin hiçbir şey; bir şeyi  ne kadar şekilleştirirsen şekilleştir, üçgen de bir şekildir…ama la taayyünün kendisi her türlü rüsumattan ve şekilden  münezzeh, biz bunu ancak anlamak için resmediyoruz.. 

Muhiddin Arabi hz diyor ki: yeryüzünün nasıl enlem boylamları yoksa; yeryüzünün üzerinde böyle çizgiler var mı gerçekte? ..yook. biz anlamak için ne yapıyoruz?.. enlem- boylam halinde, anlayalım diye bölüyoruz.. ama o canlı olarak var.. fiziki olarak  yok.. ancak oraya gidersen bunu hissediyorsun ki, var.. mesela ben bir tecrübemi aktarayım size.. ekvator.. ekvator bir çizgi ..eskilerin tabiri ile hattı istiva.. ama böyle bir çizgi yok.. ama kuzey yarım küre ,güney yarım küre böyle muhayyel bir çizgi tarafından ayrılıyor.. gidiyorsunuz o ülkelere, o ekvator çizgisinin tam geçtiği yere.. Uganda’da başıma geleni anlatayım.. götürdüler beni o noktaya.. dediler “tam buradan geçiyor ekvator çizgisi”.. nerden biliyorsun?. bir kap su ve büyük bir boş kova.. o suyu döküyorsun ..döktüğün anda o kovada ki su sağdan sola doğru dönerek iniyor.. kovayı bu tarafa getiriyor ve suyu yine döküyorsun.. bu defa aynı su aynı kapta soldan sağa doğru dönerek iniyor..bir metre bir buçuk metre ancak..

çocuk: biz hakikatte de öyleyizJ
hoca: Allah mübarek etsin.. eyvallahJ.. ayağınızı buraya koyuyorsunuz ve diğer yana diğer ayağınızı koyuyorsunuzJ.. ikisinin arasında fazla durmayın diyorlar zaten.. yani ortada durursan vücudu bozuyormuşJ.. onun için  ortada ev yapmıyorlarmış.. tam üstünden hattı istiva  geçen, ekvator geçen yere evi yapmıyor, yerli kabileler dahi.. çünkü evde gariplikler oluyormuş.. şimdi buradan şunu anlıyoruz ki böyle bir çizgi muhayyeldir.. bunun manasıdır önemli olan..

çağımızın önemli alim ve sufi düşünürlerinden  René Guénon- Şeyh Abdül Vahid  Yahya nın bu sembolizmalar üzerine olan çalışmaları okuyunuz muhakkak, tavsiye ederim.. kitabın bir tanesinde haç sembolizmi var mesela..bir Müslüman niye böyle bir şey yazsın: “bu kitabın yazılmasına sebep olan, benim şeyhimin bir sözüydü” diyor.. şeyhi ona demiş ki:” evladım.. Hristiyanlarda haçın şekli var.. manası ise bizde varJ”.. bizde şekli yok.. manası ne?.. dikey ve yatay  tekamülün kesiştiği noktada da gül  koyarlar oraya eski gülhaç cemiyeti mensupları. .ama bizde böyle bir şey var mı? bizde haç felan var mı? yok.. bizde  de hem dikey hem yatay tekamül anlatılıyor, bu iki çizginin tam kesiştiği noktaya da KEMAL’İ MUHAMMEDİ  denir..alın size  haç sembolünün manası bizde var.. manası olmayanın elinde de putu kalıyor zaten.. mana kaçtığı zaman suret kalıyor.. bu dini ilimlerin hepsi için geçerlidir.. bu her şey için geçerlidir.. mesela tasavvuf diye diye tasavvufta kayıp olursa, o zaman Yunus Emre gelip şöyle der:” dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık onu 30 a 40 a”.. yani öyle insanlar dervişlik satmaya başlıyorlar ki.. başına bir tacı şerif geçiriyor, sırtına bir derviş yeleği ve ben dervişimJ..ben hanii o şeyi sırtına giyen derviş değildir demiyorum.. sadece şunu diyorum…ilk olarak her o başına tacı geçiren, o hırkayı sırtına geçiren adam olmuş değildir…kerameti meşhur Şabani büyükleri iyi bilirler.. taç ne tacıdır?

Çocuk: marifet tacıJ
Hoca: taç marifet tacıdır ..sanma başka taç ola..evet..dolayısıyle marifet tacını başına geçir.. esas bundan sonra ikincil bir sembolizmaya karşı değilim.. yani bir tarikatın da kendi, tacı şerifinin de kendine göre bir sembolizması vardır.. hürmet edilir.. o yerde tutulmaz.. belli bir ihtiram objesidir.. ama sende marifet tacı yoksa bu akşam o taca  teveccühte bulun.. putperestlik böyle başlar.. arkadaşlar tasavvufun  saf ve özünü muhafaza etmemiz gerekiyor.. aksi taktirde fazla ritüele boğulmalar oluşabiliyor.. belli yerden sonra ağırlık verir.. sıkar.. muhabbeti olmayan her şey bir yerden sonra ağırlık verir..bu namaz dahil.. namazında eğer muhabbet elde edemiyorsan namaz bir yerden sonra bunaltır adamı.. Muhabbetsiz ne hasıl Muhabbetsiz Muhammed olmaz.. o açıdan  çok tekrarladığımız gibi savmı salat ile bir yere  kadar.. amma sanma biter işin ey zahid. bunlarla bir yere kadar gidilir ama sadece bunlarla ben oldum diyemiyoruz...


Binaenaleyh.. üçgen sembolizmi bizde ilk üç mertebedir.. diğerlerinde  baba -oğul -ruhul kudüsün karşılığıdır ..bunların hepsi de bir tercüme hatası.. ondan dolayı İslam Dini geliyor..arapçada abd kelime kökü..abd Abdullah kelimesi Tanrı’nın- Allah’ın kulu.. nasıl kulu ama biliyorsun?.. yani abd kelimesinin tam karşılığında böyle manevi köle anlamı da var.. kul kelimesi ile Türkçede biz  abdı tam anlayamıyoruz.. bunun içerisinde bir tür böyle ;hani Karadenizliler uşak der ya ..benim uşağım gibi  yani ..bu oğul değil ha!.. lütfen konuşur gibi anlamayalım.. kelime bulmakta zorlanıyorum.. bu biyolojik bir şey değil.. mesela benim kuzum.. Tanrı’nın kuzusu  tabiri.. biyolojik değildir.. ama oradaki bir semantik anlam ve tercüme kayması, çünkü şuan elimizde aramca metin yok..


şuan yeryüzünde otantik ,indiği hali ile kalmış yegane vahiy islamdır, bunu bilin.. ondan dolayı İslamın spritüal yönü olan tasavvufun şifreleri tek geçerli şifrelerdir.. hangi tariki izlersen izle.. burada çekilen bir ALLAH başka yerde çekilen 500 dio ya muadil veya fazlasıdır.. çünkü inen esaslar hala aynı dilde Arapçada duruyor.. diğer dillerde tercümeler yapıldı.. mesela Yahudi-ibranicede biliyorsunuz kaç yüzyıl kaybolmuş bir dildir.. bugün ki İbranice sonradan inşa edildi.. yoktu kaybolmuştu…bütün ibrani ilim adamları bir araya  gelerek yeniden İbraniceyi eski metinlerden yola çıkarak ihya ettiler.. o yüzden de taktire şayandır,müthiştir..hristiyanlığa gelince  biliyorsunuz hz İsa aramca konuşur ve kendisi de yahudidir.. hz İsa nın ağzından çıkan vahiy yok, kayboldu.. biz ancak O’nun grekçeye yapılmış tercümesini alıyoruz.. o grekçe tercümeler de ise o ABD kelimeleri OĞUL olarak çevrildi..angels –melekler mesela Yunan mitolojisinde tanrılar haline çevrildi.. tanrıların birde panteonu var.. tanrıların olduğu yer.. bu tanrılar hangi tanrılar mesela dikkat et.. deniz tanrısı ayrı, ziraat tanrısı ,her şeyin ayrı bir tanrısı var.. bu bizde neye tekabül ediyor?.. bu görevleri yapan meleklere değil mi?.. hinduizmde de bunlar tanrı olarak karşımıza çıkar.. böyle çoğaltınca da tabii tek bir Tanrının, tek bir İlahın, tek bir Allah’ın manevi sırrı kendilerine açılamıyorJ…ondan mahrum oluyorlar.. bundan dolayı arkadaşlar islamın manevi mesajını iyi bilmek lazımdır.. üzerindeyiz deyip yan gelip yatmamak lazımdır..

Soru:az evvelki bölümden kul olarak doğulmazı anladım.. kulluğu sonradan davranışlarımızla kazanabileceğimiz bir şey olarak anladım?
Hoca: yok.. kulluk bir kere senin doğuştan elde ettiğin senin en şerefli yönün.. istesen de istemesen de O’nun kulusun.. şimdi şöyle örnek verilir..diyelim ki şu yanağımda et benim var.. babamda, dedemde ve diğer dedelerimde de aynı yerde o et beni varmış..ve ben yeni yetme bir çocukum..babamı sevmiyorum, onu inkar ediyorum.. babama diyorum ki:” sen benim babam değilsin!”.. bana ne derler:” ya edepsizlik bu senin yaptığın..sen ne kadar babanı inkar etsen de  bütün vücudun ,bütün varlığın senin onun çocuğu olduğunu bangır bangır bağırıyor.. o zaman gel edebli ol.. itiraf et”.. ataist zavallı bir varlık.. ne kadar inkar ederse etsin: BEN SANA KENDİ RUHUMDAN ÜFLEDİM be adam.. KENDİ RUHUMDAN ÜFLEDİM..yanii yalnız O var..yanlız O var..dolayısıyle ataizmi ciddiye almayın.. Allah akıl versin, Allah hidayet versin.. akıl ve izan versin..  Martin Lings vardı.. Ebu Bekir Siracettin Efendi.. O’nun 11. Saat diye bir kitabı vardı ..önsözünde der ki:” ateist aklı başında olmayan adama denir..eğer onun aklı başında olsaydı, o akıl onu zaten ateist yapmazdı”..


soru: melamet neşesi hakkında gözlemleriniz nelerdir?
hoca: arkadaşlar.. melamet de önemlidir.. ben bu konuda ne kadar konuşabilirim, ne kadar konuştururlar, o ayrı bir konuda.. edepsizlik kabilinden bir iki kelam edelim.. melamet; Cenab-ı Muhidddin Arabi ve diğer büyük ariflerin, sufilerin bu yolun maneviyatını, bu yolun ruhaniyetini esas alıp rüsumat  ve şekillerini çöpe atmak  demeyi kasdetmiyorum; hayır ikincil plana almayı söylüyorum.. melamette de bazen işaret vardır.. işaretsiz olunmaz.. sembolizmde vardır.. alet edevat da vardır.. ama birincil derecede değildir..dolayısıyle melamet bir ayete dayanır.. o ayet:”o kimseler ki  aşırı övülmek veya aşırı yerilmek onların nazarında müsavidir”…insanlar sana “kutbül azamsın” da desinler o onlara he he der.. ”sen var ya sen rezil bir adamsın”  der o yine he he der..o, nerden gelecek mesaja, esasa riayet eder.. O’ndan bir ufak işaret ,O’ndan bir ufak göz kırpma onların aklını başından alır.. başka hiç söze iltifat etmezler.. melamet bu manada nişansızlık,alametsizliktir..mesela sufiyim, ben sufiyim..falanca tarikata mensubum..bak rozetimde var.. kimlik kartı da bastırdık, bekleriz ha bizim derneğe.. bunları yanlış anlamayın haa..bu kurumlar varsa elbette bir dernekte de buluşulacaktır.. melametse konumuz nişansızlıktır önemli olan.. bir sufiyi sen bangır bangır “ben sufiyim” diye tanıyamazsın..gerçek sufi “ben sufiyim” de demez..


Peygamber Efendimizin “enel kur’an” demesi ,hz Ali’nin “enel kur’an” demesi gibi.. bu ikisi arasındaki fark çok önemlidir.. bir taraf bir tepede ve karar veremiyor bunlar vakıfün denen bir zümre malum.. Ali’nin tarafına mı katılacağız, öbür tarafa mı katılacağız ..bir güzel taktik, muhteşem bir siyasi strateji.. kararsızları etkilemek için Kur’an yaprakları  gösterelim ve onlar görsünler ki, Kur’ an bizle ve bize katılsınlar.. derhal mızrakların ucuna Kur’an yaprakları geçirdiler.. ve gerçekten de görenler  dediler ki: aaa..gerçekten de HÂK bunlardan yana ..çünkü Kur’an bunların ellerinde  deyip, Kur’an yapraklarına doğru giderken..hz Ali’nin, O sultanu evliyanın bir tepe üzerinden yaptığı bir konuşma vardır.. muhteşemdir tabii ..o konuşmayı yapmak ayrı bişeydir amma o konuşmayı anlamakta ayrı bir şeydir.. ne diyor: “ey insanlar..nereye gidiyorsunuz ..ENEL KUR’AN BENİM.. ”ama diğerleri yaprak gösteriyorlar.. onun için,O’nu 2 kişi 3 kişi ancak anlıyor ve hz Ali’ye katılıyorlar..

tasavvufun sayısal anlamda da sayısının çok olmasını beklemeyin.. hiç bir zaman, tarihte de halka halka genişlendi amma öyle sayısal anlamda da öyle her zaman en başta olan değillerdi tasavvuf ehli.. bunlar daima azlardı..özlerdi..

melamet tavrı.. bendenizin kanaati melamet diye bir tarikat yoktur..özür diliyorum içinizde mensub olanlar varsa ..melamilik her tarikatın, her zevkin son merhalelerinde  elde edilen bir neşvedir. .binalayeh siz şabani Melami olabilirsiniz ..Melami olmayan şabani olabilirsiniz.. siz nakşi Melami olabilirsiniz.. melami olmayan nakşi olabilirsiniz.. bunun gibi.. bu kıssada haza.. geri kalanını siz kıyas edin gitsin.. yok efendim ben tamamen Melami tarikatındanım diyen olur.. saygı duyarım. ama gel oturalım, konuşalım.. senin pirin kim? şeyhin kim? diye olayı çözdüğümüz zaman; o arkadaşların nakşi Melamileri olduklarını ,Rumeli Melamileri oluğunu anlarız..tabii oldukları erkan burada çok önemlidir.. her tarikatın ana esası-  erkanı ve o erkanla açığa çıkan sırları önemlidir…verilen esmaların müsemmalarıdır.. o müsemmaların sizde takır takır takır karşılığının çıkması gerekir.. bunlar 7 esma,12 esma,18,24,35 .. olur…muhtelif her tarikin içtihatına göre olur..içtihatı pirler yapar.. kimse ortaya keyfine göre içtihat yapamaz.. sadece pir makamı içtihat sahibidir ve onlara miftahları bildirilir.. miftah anahtar demektir.. her bir mananın anahtarı verilir..o anahtarla müridlerini, mesuplarını  adım adım terakki ettirmeye çalışırlar..

gaye bir insanın aslını hedefini tanımasıdır.. nasıl bazen televizyonlarda görüyoruz..50 yıl,60 yıl anasını babasını  görmemiş  insanlar vardır..babasına hasret, bilmiyor.. özellikle batı toplumlarında 50 sene sonra babasını anasını arıyor.. ve bulduğunda da “baba sen misin, dokunabilir miyim” diyorJ..60 sene sonra babasını görüyor..ee..aynı şey.. ((burada konuşmayı yapan hoca arkasını dönerek başını  yukarıya kadırıyor ve gülerek şöyle diyorJ)):baba sen misinJ?!!”aynı şey.. O’nu arıyoruz.. ya neden ayrı düştük.. ne oldu.. biz bir hata ettik buralara düştük.. hani hz İsa’nın meşhur bir duası vardır: lime sabakteni.. “beni niye bıraktın” diyor ki, girmeyelim bu şeylere.. bazı  arifler hz Muhammed (sav)  Efendimizin, hz İsa,hz Musa, hz İbrahim, bütün peygamberlerin  kardeşi tabii ki.. amma.. hikmeti ahmediyette olan bazı sırlar hiçbir peygamberde yoktur..

bir diğer söyleyişle hakikati muhammediye de mündemiç olan mana bütün enbiyadakini camiidir.. bir  benzetme yapalım..Allahü Tealanın isimleri vardır.. bu isimler malum ümmühatı sebâ 7 ana isim ,sonra o 7 ana isimden çıkan diğer isimler  ilâahir 99 isme kadar ve o 99 isimden de sınırlı olmamak üzere de yayılırlar, bast olurlar.. bunların hepsini topladığın zaman 7 ye toplarsın ..7 den de 1 e çıkılır..buna ismi camii denilir..ismi camii bazı geleneklerde lafzatullah tabir edilirler..ALLAH LAFZA-I CELİLESİdir..yani siz ALLAH dediğiniz zaman latif demiş oluyorsunuz, kadir demiş oluyorsunuz..o ismin  içinde hepsi var..aynı bunun gibi  Muhammet (s.a.v)ismi içinde de bütün enbiyanın isimleri mücdemiçtir.. ben Muahmmediyim  ,ben Muhammede (s.a.v)bağlıyım dediğimiz anda ben Museviyim, ben İseviyim ,ben İbrahimiyim, ben Üzeyriyim e, hepsine mündemiç olmaktır.. hz Muhammed (sav) Efendimizde açığa  çıkan sırlar seyrü sülükte de en üst perdeden açılan sırlardır..


bu o dine mensup olduğum için belki partizanca bir cümle gibi gelebilir size.. fakat bunu test etmekte mümkün.. ben  bunu bazı gayri Müslüm dostlarıma da sordum.. papazlarla, hahamlarla bazen yollarımız kesişiyor.. en büyük bilgelerini soruyorum.. söylediklerini okuyor ,inceliyorum.. hiç bir şey yok.. bilmiyorlar.. anlamıyorlar..  şimdiye dek bizdeki  gibi tasavvuf ehli örneğine hiç rastlamadım.. hepsi zahit beyaJ!!.. vahdetmiş, melametmiş, aşkmış ..efendiimm.. sâki imiş, meyhaneymiş şarapmış anlamıyor ki adam.. bunlardan onlarda yook!!..yook!!..ee o zaman?.. bizde öyle insanlar geldi ki ve dualarında şöyle dediler :”rabbim bedenimi öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennem benle dolsun.. başka bir insana yer kalmasın”..başka  bir Müslümana demedi bak dikkat et!!…başka bir insan dedi.. bütün kainatı kuşatan bir evrensel bir sevgi var burada.. bizde bunlardan o kadar çok var ki.. yabancılarınsa bundan haberi yok..ama diyorlar ki: biz müslümanlar teröristiz.. onlar insancıl, şefkatli.. onlar iyi.. biz kötüyüz.. ve dünyanın başına çorap öreniz.. arkadaşlar bunların hepsini değiştirip dönüştürmek lazım..

hz Niyazi Mısri’nin bir mektubu vardır.. bizi kim anlar kim anlamaz diye..bu sufiler o kadar anlaşılma problemi ile karşılaşmışlar ki, en büyük dertleri  zaten doğru anlaşılmaktır.. bundan çok çekmişler..Misriyi gammazlayan bir imam Ahmed Efendi var.. buralarda yaşamış bu kişi..o İmam Ahmed Efendi gammazladığı zaman şu kelimelerle gammazlamış: ”Niyazi denen  adam var ya..İslamı falan anlatmıyor talebelerine.. bu hahamların, keşişlerin anlattığı şeyleri anlatıyor”…Niyazi Misri’ nin Limni’den ona   yazdığı bir mektup var.. çok böyle Karagümrük uslübüyle yazılmış bir mektup..çook seviyorumJ..şöyle yazmış: ”be heyy imam Ahmed Efendi!!. ne istersin bizim evliyalığımızdan?.. ne karışıyorsun bizim işimize?”  diye böyle başlıyor, uzun uzun.. mektubun sonunda  Niyazinin imzası şöyle: Reisi Hahamam-ı Keşişan Niyazi Mısri..(hahamların ve keşişlerin reisi Niyazi Mısri)

((*hamiş:
bunu yazanında Mısri neşesinde biri olduğunu unutmadan okuyarak anlayalım lütfenJ..))
nur cihan
10.11.2012
nuralem7@hotmail.com